2 Ocak 2012 Pazartesi




1) Albüme Marshall Planı adını vermiş olmanız başta anti-Amerikanizm olmak üzere müziğinizle belli bir siyasi duruşu hedeflediğiniz anlamına geliyor olabilir mi?
Acaipademler birbirini nereden buldu?


Bu ağır ve sorumluluk isteyen soruya -albüm ya da daha genel kavramıyla müziğimizin dışında- düşünsel tatminkar bir yanıt vermek hiç de kolay değil. Yine de bu sorumluluktan kaçmadan, kısa bir yanıt oluşturmaya çalışacağım.
A.B.D, Marshall Planı’yla – halk diliyle hatırlatırsak – Mareşal Planıyla, 2. Dünya Savaşı akabinde, görece önemli sayılamayabilecek yardımlarla, Kıta Avrupası ve bu kıtanın kıyısında Anadolu’nun ekonomik, siyasi ve aynı zamanda, elbetteki kültürel geleceğini kökten değiştirerek bugünkü görünümünü kazandırmayı amaçlamış ve bu amacında da başarılı olmuş. Bu ansiklopedik! cümlelerde kesinlikle bir yergi yoktur. Ancak, ele aldığımız şairleri ve henüz bu albümde yetişemediğimiz diğer büyük ustaları, yaşamları, kişilikleri, söyledikleriyle değerlendirdiğimizde, -bizim Marshall Planı’nı - biricik dünyamızın biricik insanlarını –özetle açmak gerekirse - hepimizin haklarını, sevinçlerini, aşklarını, dostluklarını, kardeşliklerini, cesaretlerini, doğayla bütünleşmelerini, mücadelelerini, çalışkanlıklarını ve bağımsızlıklarını, ama yine de tüm insanlığı kucaklayan birlikteliklerini de- yücelten bir hissiyatla gerçekleştirilmeye çalıştık. Bizim Marshall Planı’nın ütopik görünen büyük cümleleri karşılayıp karşılamadığını bilmiyorum. Bu da zaten planın bir parçası. Yine de böyle bir planla - ve tabi ki akabinde, halihazırda bedelini ödemeye mahkum edildiğimiz diğer korkunç planlarla- yaşamaya mecbur edilişimizi seyrederken, Nasreddin Hoca gibi göle maya çalarak, içimizdeki ‘kendi!’ hislerimizi, ‘kendi!’ planlarımızı, daha genelleyerek ve özetleyerek söylersek ‘kendi!’ Dünya Görüşü’müzü yansıtmaya mecbur hissediyorum kendimi. Ah ne romantik bu çocuklar denilebilir. Ama göz göre göre Dünyayın ateşe atıldığı bir süreçte, sessizlik ateşten beterdir. Yine esirgenen düşünceler, manası anlaşılamayacak hale gelmiş atıflar, günlük yaşamın sulandırılmış, bayağılaştırılmış, elle tutulur hiçbir ciddiyet ya da mizah taşımayan cümleleri ya da siyasetin sarmalında ya da alanlarında kalpten gelmeyen sözler, bu ateşe körükle gitmek anlamını taşıyor. Büyük Usta’dan zikredersek “Cehennemde ateş yoktur. Herkes kendi ateşini kendi götürür. Meseleyi sadace anti-amerikanizmle açıklamak yeterli olmayacaktır.
Aynı albümde, ayrı dinlerden, ayrı dillerden, ayrı ülkelerden büyük şairleri yanyana getirip albümün adına da Marshall Planı diyorsanız esaslı bir duruşunuzun –bencileyin bir tavrınızın - olması gerekir elbette. Söylediklerinizin ister istemez geçmişi, gündemi ve gelecekle ilgili beklentilerinizi karşılaması, günümüzün giderek kararmasına karşı kalbinizin derinliklerinden kopup gelen bir haykırışınız olması gerekir. Bu tavrın/duruşun ne olduğunu tüm röportaj boyuna yaymaya çalışacağım.

Adımızı Pir Sultan’ın ‘Be hey acayipadem’ şiirine borçluyuz. Albümümüzün de ilk parçası. Pir Sultan’ın acayip bulduğu, nasihatlerde bulunduğu kişidir, acayipadem. “Ne yanarsın dünya malı birin alıp gidemezsin”, ( bu albümü de alıp gidemeyeceğiz). Her alıntımızda yaptığımız değişiklikler gibi Acayip sözcüğünden y harfini çıkarttık. Acaip oldu..

Acaipademler bir ‘çoklu ortam’. Bambaşka kafaların birlikte çalışabilecekleri bir durum Acaipademler. Hatta dinleyicilerimiz de Acaipler.

Acaipademler uzun süreçli bir tasarım dahilinde ilerliyor. Ama bir başlangıcı var elbette. Gökhan Birdal’la 2003 yılında başlattığımız müzikal birlikteliği –ki dostluğumuz 20 yıla dayanmakta- ara ara 2008’e kadar ilerlettikten ve albüm kaydetme kararını aldıktan sonra, uzun süre Asmalımescit’teki stüdyomuzda geceli gündüzlü haftalar hatta aylar süren ( Arbeit Macht Frei ) ve genelde çok verimli geçen sancılı provalardan sonra hemen hemen kendiliğinden gelişen bir süreçte albüm ortaya çıkmaya başladı. Kendiliğinden derken albüme katkıdan çok albümün vazgeçilmez müzisyenlerini ve mekanlarını kastediyorum elbette. Ve elbette bu satırlarda onları zikretmek isterim. Basta, Melek İrdem, davulda Akın Bağcıoğlu, albümün 8 numaralı parçası Hiç’in davullarında Gökhan Birdal, albümün 7 numaralı parçası Günahlar’ın solosunda Barkın Engin, ses tasarımı ve kayıt mühendisi Metin Bozkurt ( prodüktörüm deyince bir soğuk esinti oluşuyor ) -ki albümün miksinde Barkın Engin’le birlikte çalıştılar, mastering mühendisi Howie Weinberg ve elbette Kayıt Evi stüdyosunda Ergin Özler –ki sahne performanslarımızda davulları üstlendi ve nihayet ses kayıtlarını yaptığımız Istranca Dağları...Ve maddi, manevi sonsuz katkıları olan Aslı Tandoğan ve nihayet kendimi de bu vazgeçilmezlerin içinde sayarak günaha giriyorum ama - beste, ses ve elektrogitarda bendeniz.


2) Bu albümde farklı yaşam ve edebiyat geleneklerinden gelen ama her biri kendi çapında ‘acaip adem’ sayılabilecek altı farklı ozanın ismini görüyoruz. Bu isimlerin en azından bir ortak noktaları olduğunu düşünür müsünüz?

Ve beraberinde şu soru: Söz olarak seçtiğiniz şiirleri hangi kriterlerle belirlediniz, en azından sizin kafanızda var olan tematik bir bütünlükten söz edebilir miyiz?



İnsanın özünü yakalamış bütün büyük ustalar birbirlerini yakından tanıyor gibi duruyorlar . Yine de J.Prévert, Zahrad, A.Kadir, Paul Celan, Puşkin ve Pir Sultan Abdal’ın dünya görüşlerinin - bırakın ortak noktaları olmasını - bir düzlem bile oluşturmadıklarını düşünüyorum. Sorunuzu alaşağı etmek için söylemiyorum bunu. Sizi gülümsetmek için söylüyorum, sevgili Eray..
Bu tebessümle büyük ustaları yanyana getirdiğimizde eşsiz bir uzay yarattıklarını söyleyebilirim.. En azından ben öyle görüyorum Ve bu hacmin bizde yaratmış olduğu heyecanı albümde paylaşmaya çalıştık. A.Kadir’in dolaysızlığı, Zahrad’ın masalsılığı, J.Prévert’in gündelik olanı ne kadar derinleştirebildiği, Paul Celan’ın cesareti, Puşkin’in cömertliği, Pir Sultan’ın kardeşliği. Ve elbette üstlerine söylenecek binlerce özellik daha. Yine de haklısın, evet ortak bir noktaları var. Derinlikleri.



3)Müziğin sizin yazmadığınız sözlere hiç eğilip bükülmeden hatta kimi noktalarda vokali deforme etme pahasına uyum sağlamasını nasıl açıklayabiliriz? Mesela bu anlamda Çiçekçi Kız çok iyi bir örnek.


Bunu bir iltifat olarak mı almalıyım bilemiyorum. Pir Sultan’ın sözlerinde müziğin getirdiği çoşkuyla bir kaç küçük ekleme yaptım. Bu tip eklemelere türkülerde sıklıkla rastlıyoruz. Eklemelerimi ‘türkülerde nasılsa yapılıyor ben de yaparım’ gibi budaklı bir yaklaşımla yapmadım. Eklemelerin kararını verirken Sabahattin Eyuboğlu’nun Pir Sultan Abdal kitabındaki şu sözlerinden cesaret aldığımı hemen eklemeliyim. “Pir Sultan’ın şiirlerinin tamamının kendisine ait olduğunu söylememiz zordur. Bu şiirler Anadolu’da ozanlık geleneğini sürdüren bambaşka ozanlar ya da halkın bizatihi kendisi tarafından da söylenmiş, değiştirilmiş, korunmuş olabilir. Ancak halk, sevgilileri olarak addediği büyük Ozanların şiirlerine eklemeleri, değişiklikleri son derece hassas bir teraziyle, ‘gönlün gözüyle’ daha önce söylenenlere halel getirmeyecek bir hissiyat içinde yapar.” Birebir bu cümleleri de yazmamıştır kitapta ancak söylediklerimde bir mana eksikliğinin olmadığını umuyorum.
Ancak diğer tüm şiirlerde zaman zaman daha etkili değişiklikler yaptım. Ben şiirleri besteliyorum. Müziğe şiir aramıyorum. Ama zaman zaman yakaladığım bir fikre oturan şiirlerle karşılaştığım da oluyor. Bunu şairlerin bana verdikleri hediyeler olarak kabul edip az önce söylediğim “müziğe şiir aramıyorum” sözünü de yutmuş oluyorum. Sonuçta şarkının beni etkileyip etkilememesi mevzubahis. Daha sonra en yakındakilerimi yıpratıyorum, bitmemiş şarkılarla. Onları etkilerse devam ediyor şarkı üzerine çalışmam. Genelde şarkıları bestelemem dakikalar, kayıt aşamasına gelmesi ise aylar alıyor.
Çeviri şiirlerde karşılaşılan tüm sorunlarla ben de uzun zaman boğuştum. Tüm şiirlerin konuştuğum yabancı dillerdeki çevirileriyle zaman zaman orjinalleriyle karşılaştırmalar ve düzeltmeler yaptım. Kusursuz olduklarını düşünmüyorum. Ama insanüstü bir çaba sarfettiğimi söyleyebilirim kusursuzluğa yaklaşabilmek için. Nedeni benim mükemmeliyetçi olmamadan kaynaklanmıyor. Nedeni şairlerin olağanüstülüğünden kaynaklanıyor. Seçtiğim şairlerin hiçbiri hayatta değil. Onları hayatta tutmak, söylediklerinin hala en derinlerimizde yatan hislerimize ışık tuttukları için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Yaptığım değişiklikler genelde en kısa, en basit, en kolay söylenen ve anlamı zorlamayan değişiklikler oldu. Ahmet Haşim’in bir sözüyle görüşümü güzelleştirmek isterim. “Manada bir eksikliğimiz varsa, söyleyiş güzelliğiyle bu eksikliği bertaraf etmeye çalışırız”. Bu albümümüzde başarılmış mıdır bilemem ama patikalarımdan birinin kesinlikle bu görüşle aydınladığını söyleyebilirim.

4) Buna karşılık Pir Sultan’ınkilere yazdığınız müzikler cuk oturmuş. Bu sadece Anadolulukla açıklanabilir bir şey mi yoksa başta Alevi türküleri olmak üzere halk müziğinden beslenir misiniz?

Güney Amerika kökenli biri olarak küçüklüğüm türkü dinleyerek geçmedi. İlkokula Türkiye’de başlamama karşın, halk edebiyatıyla karşılaşmam üniversite yıllarına rastlar. Okuduğum okullarda da bu derinliği keşfetmiş hocalarımızın sayısı ne yazık ki çok azdı. Ya da herkes 80 ihtilalinin etkisiyle kafa kaldırmaz hala gelmişti. Ve ana dili türkçe olmayan bendenizin, Anadoluluyum demek için daha çok fırın ekmek yemem gerektiğinin farkındayım. Ama Anadolulu değilim demek daha ağırıma giderdi. Kalbimde Fransız romantizmi, bedenimde Alman çalışkanlığı ve disiplini, damarlarımda Latin ateşi, gönlümde Anadolu bilgeliğinin ışığı, acılarımda Rus derinliği, sahnede Amerikan rahatlığı ve dilimde Türkçenin resmeden büyüsünü barındırmaya çalışan bir acaipadem olarak, Dünya kültürünün son derece kıymetli bir parçası hatta kaynaklarından biri olarak gördüğüm Anadolu’yu elimden geldiğince anlamaya, yeniden üretmeye çalışıyorum. Yoksa Atahualpa Yupanqui ve niceleri en az Pir Sultan kadar değerlidir. Alevi olmayan birinin Pir Sultan’dan, Ermeni olmayan birinin Zahrad’tan, Rus olmayan birinin Puşkin’den, Fransız olmayan birinin J.Prévert’den, Yahudi olmayan birinin, Paul Celan’dan yine Türkiye’de doğmamış birinin A.Kadir’den ve nicelerinden etkilenmesini ancak büyük bir Dünya Kültürü uzayından hissedilen çoşkuyla açıklayabiliriz. Herşeyi kapsadığını düşündüğümüz bu uzayın içersinde Amerika’yı nasıl koymamazlık edebiliriz?


5) Istranca Dağları’nda kayıt yapma fikri nasıl gelişti? Daha doğrusu bu fikrin sizi teknik olarak zorlayabileceğinden hiç çekinmediniz mi?


Deney Evi Stüdyosunda enstrüman kayıtlarını bitirdikten sonra ses kayıtlarını stüdyo dışında yapmak, açık havada kayıt düşüncesinin tüm cazibesi ve zorluklarıyla bizi heyecanladıran bir fikirdi. Metin Bozkurt, Serdar Geçili’yle birlikte -ki dostluklarımızın toplamı 60 yılı bulur -üç mühendis formasyonlu adam, jeneratörler, ses emici plakalar, yüzlerce metre kablo, kayıt cihazları, bilgisayar, mikrofonlar, buz kutuları ve bilimum kamp malzemeleriyle dağlara gittik. Hiçbir sorunla karşılaşmadık açıkçası. Örümcekler, sivrisinekler, murad kuşları, kirpiler, olağanüstü ağaçlar arasında ve gökkubbenin altında kayıt yaptık. Hayatımızın en heyecan verici gecelerinden üçünü orada geçirdik. Geceleri kayıt yaptık, gündüzleri nehirde kayıkla dolaştık. 2. Albüme başladık, aslında büyük bir heyecanla yine dağa gidip kayıt yapacağımız günleri bekliyorum.


6) Süreç içinde Acaipademler’e ilişkin olumlu/olumsuz beklentileriniz neler?



Bizim heyecanla severek yaptığımız ve beğenerek -nasıl bir büyük burunluluksa kendi albümünü beğenmek, ama yine de bunu saklaymayacağım - dinlediğimiz bir albümün, dinleyicide bir etki yaratıp yaratmayacağını açıkçası merak ediyorum. Yine de sevilmesini, dinlenmesini Acaipademler’in bu coğrafya’da Rock müziğinin bir temsilcisi olarak yerini almasını isterim. Nasıl bir yer alacağını ya da alıp almayacağını zaten dinleyiciler belirleyecek. Bir iletişim biçimi olarak müziğin taşı gediğine koyan sözlerle bütünleşip şarkı haline gelmesi ve elbette yalnızca müziğin, tüm diğer iletişim biçimlerinden daha özgün, daha kışkırtıcı, daha açık, daha ikna edici, belirleyici, değiştirici, dönüştürücü olduğunu düşünüyorum. Bir de dinleyiciler de severse o kadar sevindirici olur ki. Çok laf yalansız olmaz , sözünün hep hatırlatılması gereken bir kişi olarak, şu şiirle sonladırmak isterim bu röportajı..

Gözüm olmadı
Üstünlük kavgasında
Ne de insanların hatırasında
Kalsın diye
Benim şarkım...