Postmodernizmin, meşhur deyişle "modernizmin postu deldirmesi" olduğu gerçeğini gözönünde bulundurarak ya da Galileo'nun "sayılabileni sayın, sayılamayanı sayılabilir yapın" vecizi zihnimizde 1001100011 ya da kombinasyonlarının dijital monotonluğu eşliğinde "evet-hayır" ya da "noktayı yak" ya da "kapalı tut" şekline indirgemekte zorlanan, belki de hiç geçmek istemeyecek kafa. Ben kafa.
Durumu sadece sayılara karşıyım diye algılamak mümkün değildir ya da teknolojinin sayısal eksene oturtulması mecburiyetinin ötesinde hiçbir insani derinlik taşımayan sayıların matrislerin insani olan derinliklerimizi ele geçiriyor olmasına tepkidir analog kafa.
Analog kafa moderndir. 5 kişilik bir ortamda 3 kişinin dediğini yapan bir topluluk postmoderndir. Parmak demokrasisinin ucubeleridir. İkna unuttuğumuz en önemli özelliklerimizdendir. Sadece "ikna edebilmek" değil aynı zamanda "ikna olabilmek"
Analog kafa sesi köşeleştirmez integral almaz sesi olduğu gibi verir. Bu nedenle ikna edicidir. Demokrat değildir. Öyle görünmeye çalışmaz. Bildiğini köşelerin arkasına sığınarak söylemez. Üzerine suyla silinebilen keçeli kalemlerle yazabileceğiniz 0.2 dolardan bile ucuza alabileceğiniz ve gerekirse hemen çöpe atabileceğiniz bir cd kadar müsrif değildir.
Mikro evrende sesin binde birini kesip "pıh"lamaları temizleyebleceğiniz, sesin ruhunu bedeninden ayırabileceğiniz ve berbat bir sesi "mükemmel" hale getirebileceğiniz pratiklikte hiç değildir. Analog kafa nasıl pratik olsun. Bunu belki 40'larda yapılmış bir kaydı dinleyerek ayırt etmek mümkün. Marian Anderson'u, belki de gelmiş geçmiş en büyük opera sanatçılarından birini analog bir kayıtta o zamanın teknolojisiyle dinlerken farkettim ne kadar geriye gittiğimizi. Kalite olarak değil kafa olarak. İyi ses o zaman da iyi sesti bugün de öyle. Aşık Veyseli dinlerken de ya da Vanilla Fudge'ın "60'ların sonunda yaptığı "You just keep me hanging on" cover'ı, aynı şekilde Itzhak Perlman'ın Saint Saens'ı yorumlaması. Hepsi o kadar ikna edicidir ki... Sadece kayıt teknolojisinden bahsetmiyorum, kafadan bahsediyorum.
İnsan ruhunun belki de en geniş şekilde yüzeye yayılabildiği bir dönemde -tıpkı okyanusa damlayan bir yağ zerresinin yarattığı spektral yansımalar gibi- renkler gözümüze hoş görünüyor. Suluboyalar, pastel boyalar bitti, kağıt çok daha fazla üretiliyor ama bitti, mektup ise tamamen sona ermek üzere, jetonla sevgili aramak, ulaşamayınca ertesi gün tekrar aramak hiç yok. Sokakta dijitalize olmuş olduğunun bile farkında olmayan IP numaraları dolaşıyor, içlerinde az buçuk insanlar var. Azlar ama varlar. Keşke dijital teknolojiye karşı olsaydım. Karşı değilim aksine ben dijitalize olan kafaya karşıyım. Dahası üzülüyorum. Çünkü bir gün hepimiz mektup yazmak için kömür, balık tutmak için su, patates ekmek için toprak ve üzüm toplamak için bağ, barınmak için mağara, ısınmak için odun aramaya ve hayatta kalmak için savaşmaya mecbur kalacağız...
7 milyar insanın 3/4'ü bunu yapıyor.
Acaip Adem
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Daha güzel ifade edilemezdi.
K E S İ N L İ K L E E E E E E E . .
Yorum Gönder